SIKILGAN GÜLÜMSEMELER

 


SIKILGAN GÜLÜMSEMELER

Adam, direksiyon başında yolların kesişimini izlerken, geçmişinin sıkılgan gülümsemelerinden bir tanesini daha yaşamamak umuduyla otomobiliyle yeni tanıştığı kız arkadaşının yanına gitmek için yoluna devam ediyordu. Kadın, Nergis, bir hafta önce ortak arkadaşlarının doğum günü partisinde tanıştığı esmer, uzun boylu, gözlerinin derinliğinde bir hüzün taşıyan biriydi. Sadece bir kere görüşmüşlerdi, o da kalabalık bir ortamda. Bugün ilk gerçek buluşmaları olacaktı.

İzmir'in öğleden sonra trafiği, her zamanki gibi bunaltıcıydı. Karşıyaka'dan Konak'a doğru ilerlerken, beyaz BMW'sinin torpido gözünden bir sigara çıkardı, çakmağını ararken telefonunun yanıp sönen ışığını fark etti. Araç kullanırken telefona bakmak tehlikeliydi, ama kırmızı ışıkta durduğunda telefonunu eli titreyen bir heyecanla kontrol etti. Arayan annesiydi.

"Efendim anne," dedi, bir yandan da yeşil ışığın yanmasını kollarken.

"Oğlum, eve gelirken ekmek al, taze olsun. Bir de babanın ilaçlarını eczaneden almayı unutma. Geç kalma, yemeği beraber yiyelim."

Bu klasik anne sözleri, adamı her zaman olduğu gibi gülümsetti. Otuz beş yaşında olmasına rağmen, annesi hala onu on beş yaşında bir çocuk gibi görüyordu. Her annenin çocuğuna karşı körelmeyen sorumluluk anlayışı, hayatın en sabit gerçeklerinden biriydi.

"Tamam anne, alırım. Ama bu akşam geç gelebilirim, bir arkadaşımla buluşacağım."

Telefonu kapattıktan sonra yola bakan gözleriyle birlikte dudaklarında ince bir gülümseme oluştu. Annelik duygusunu hiçbir zaman tadamayacağını ve anlayamayacağını düşündü. Ne kutsal ne büyük bir histi annelik. Hayatın en fedakâr rolü, en kapsamlı sorumluluğu, sevginin en saf hali... Tarifi imkânsız gibi geldi kendisine.

Radyoyu açtı. Otomobil kullanırken hareketli yabancı parçaları dinlemeyi çok seviyordu. Bruno Mars'ın enerjik bir şarkısı çalarken, farkında olmadan ayağını gaza bastı. Müzikle birlikte otomobilin hızını da artırmıştı. Geniş cadde, hızlanmaya müsaitti, ama birden aklına İzmir'in meşhur trafik kontrolleri geldi.

İlerde çevirme olduğunu sadece ve sadece biz Türklere has bir erken uyarı sistemi olan karşı şeritteki otomobillerin uzun farları iki-üç defa hızlıca yakıp söndürmesinden anladı. Bu, her Türk sürücünün bildiği sessiz bir dayanışma işaretiydi – "Dikkat et, polis var." Hızını düşürerek polislerin yanından yavaşça geçti gitti. Memurlar, başka araçlarla meşguldü. Rahatladı.

Bilinçsiz bir tiryaki gibi bir tane sigara yaktı. Sigaranın dumanı arabanın içinde dağılırken, kendi kendine düşündü: Sigaranız yeterince varsa canınız sigara çekmeden yakar durursunuz. Lakin sigaranız az ise canınız ne hikmetse sigara içmek ister. İçinizi müphem bir telaş kaplar sigaranız bir veya iki dal kaldığında. Tuhaf bir psikoloji...

Paketinde on beş sigara vardı, ama yine de her nefesle bir tedirginlik hissediyordu. Her sigara yakışında, sigarayı bırakmak ümidiyle sigarasından derin bir nefes alıyordu adam. Bu çelişki, hayatının pek çok alanında mevcuttu – bir şeyi yaparken, aynı anda ondan kurtulmayı düşünmek.

Aklına sigaraya başlama zamanlarında söylenen, o zamanlar akıl dışı gibi görünen varoş alemin klasik sözü geldi: "Benim için kendini yakan tek dostum var, o da sigara..." Şimdi bu sözün içindeki acı gerçeği daha iyi anlıyordu. İnsan bazen, kendisine zarar veren şeylere en çok bağlanıyordu.

Bu gel-git kıvamındaki düşüncelerle beynini meşgul ederken, az ilerde bulunan petrol istasyonunda beklemekte olan ve kararsız bir otostopçu kılığındaki genç bir kadın ilişti gözüne. Kadın, yirmili yaşlarının başında, uzun saçlı, kot pantolon ve kırmızı bir hırka giyen birisiydi. Elinde küçük bir çanta vardı ve yol kenarında durmuş, geçen arabaları izliyordu.

Bayanla göz temasını kurduğunda, hızını iyice azalttı. İçinde bir merak, bir çekim vardı. Otostopçu almak tehlikeli olabilirdi, ama kadının bakışlarında bir saflık, bir çaresizlik sezdi. Kadın da kontrol yapacak trafik görevlisi edasıyla otomobile doğru adım attı.

Camı indirdi adam. "Bir yere mi gideceksiniz?"

Bayan, Bornova'ya kadar kendisini götürüp götürmeyeceğini, hafif bir gülümseme ve dişiliğini zarif bir şekilde kullanarak sordu. Sesinde bir tedirginlik vardı, ama bu tedirginliği örtmeye çalışıyordu.

"Bornova'ya kadar gidebilirim. Ben de Alsancak'a gidiyorum, yolumuzun üstünde," dedi adam, mümkün olduğunca nazik bir sesle. Aslında Alsancak'a gidiyordu, ama oradan sonra Karşıyaka'ya geçmesi gerekiyordu. Nergis'le orada buluşacaklardı. Yine de, bu genç kadını Bornova'ya bırakmak, çok da büyük bir sapma olmayacaktı.

Kadın teşekkür ederek otomobilin ön kapısını açmaya yeltendi, ama kapı açılmadı. Adam, mahcup bir garson gibi "Pardon" diyerek çocuk kilidini açtı. Bu arabayı yeni almıştı ve hala bazı özelliklere alışamamıştı.

Kadın otomobile bindi. İçerisi, kadının hafif parfüm kokusuyla doldu. Adam, Nergis'le buluşmadan önce araba kokusunun değişmesinin sorun yaratıp yaratmayacağını düşündü bir an. Sonra bu düşüncenin saçmalığına gülümsedi.

"Ben Mert," dedi, tanışma konsepti ihtiva eden bir girişle. "Siz?"

"Aylin," dedi kadın, kısık bir sesle. Gözlerinde bir korku, bir çekingenlik vardı. Bakışlarını sürekli olarak yoldan dışarı çeviriyordu, şehrin manzarasına bakıyormuş gibi yaparak.

Adam bayana nereli olduğunu, ne iş yaptığını sordu. Klasik sorulardı bunlar, bir sohbeti başlatmanın en temel yolu. Ama kadın, bu sorulara kısa ve sıkılgan cevaplar veriyordu. "İstanbulluyum," dedi sadece. "Öğrenciyim." Başka detay vermedi.

Adam, kadının bu mesafeli tutumunu anlamaya çalıştı. Belki de yabancı bir arabaya binmenin tedirginliğiydi, belki de geçmişte kötü tecrübeler yaşamıştı. Her halükârda, rahat hissetmediği belliydi.

Bir yandan arabayı sürerken, bir yandan da aklından garip düşünceler geçmeye başladı. Adam acaba telefon numarasını nasıl alabilirim diye Kazanova bir düşünceye girdi. Kadın güzeldi, gizemliydi ve bir şekilde ilgisini çekmişti. Ama sonra kendini azarladı.

Düşündü ki yardıma ihtiyacı olan bir bayana yardım etti ve bunu hayat felsefesi gereği karşılıksız yaptı. Neden buna bir karşılık oluşturmak peşindeydi? Kız arkadaşı zaten vardı, ya da en azından öyle olmasını istediği biri. Neden bu kadar empati yoksunu bir yaklaşım içine girmişti?

Bunları düşünürken Bornova'ya girmek üzereydi. Alışveriş merkezleri, üniversite kampüsü, yeşil parklar... Şehrin bu bölgesini her zaman sevmişti. Bir zamanlar kendisi de burada öğrenciydi, Ege Üniversitesi'nde. O günleri hatırladı bir an – daha genç, daha heyecanlı, hayalleri daha büyük olduğu zamanları.

Bayan kendisini Küçük Park'ın oralarda indirebileceğini hafif bir ses tonuyla söyledi. Bu, adamın da iyi bildiği bir yerdi. Uygun bir yerde durdu. Kadın, arabanın kapısını açmadan önce, adama döndü:

"Çok teşekkür ederim. Umarım hayatta mutluluk sizinle beraber olur."

Bu sözler, neredeyse bir dua gibiydi. Adam, bu içten dileklere şaşırdı. Kadının gözlerinde bir minnet, bir samimiyet parladı bir an için. Sonra hızla arabadan indi ve kalabalığın arasında kayboldu.

Adam, kadının gidişini izledi bir süre. Sonra saatine baktı – Nergis'le buluşmasına daha bir saat vardı. Telefonunu çıkardı ve mesaj attı: "Ben erken çıktım yola. İstersen daha erken buluşabiliriz."

Cevap hemen geldi: "Aslında ben de hazırım. Karşıyaka sahilde, Starbucks'ta bekleyebilirim seni."

Adam, kadını erken görecek olmanın verdiği heyecanla gülümsedi. Bornova'dan çıkıp Karşıyaka'ya doğru yol almaya başladı. Trafiğin yoğunluğuna rağmen, yaklaşık kırk beş dakika sonra sahildeydi.

Starbucks'ın camından içeri baktığında, Nergis'i gördü. Uzun siyah saçlarını topuz yapmış, beyaz bir bluz ve siyah bir pantolon giymişti. Önünde bir fincan kahve, elinde telefonu, bir şeyler okuyordu. Bir an, bu kadının hayatının bir parçası olma ihtimalini düşündü. Heyecan verici, ama aynı zamanda korkutucuydu.

İçeri girdi ve Nergis'in masasına ilerledi. Kadın, onu görünce gülümsedi ve elini uzattı. Adam, bu elini öpmek istedi, ama bunun için henüz erken olduğunu düşünerek, sadece hafifçe sıktı.

Sohbet, başlangıçta akıcıydı. Ortak arkadaşlarından, şehirden, müzikten konuştular. Ama bir süre sonra, adam, Nergis'in yüzündeki ifadenin değiştiğini fark etti. Kadın, giderek daha az göz teması kurmaya başladı ve cevapları kısaldı.

Sonunda, Nergis derin bir nefes aldı: "Sana bir şey söylemem gerek, Mert. Ben bu hafta eski sevgilimle tekrar görüşmeye başladım. Ve sanırım... sanırım yeniden bir şansı hak ediyor."

Adam, bu sözleri duyunca, içinde bir boşluk hissetti. Ama aynı zamanda, bir şekilde, bunu bekliyormuş gibi de hissetti. Tecrübelerine dayanarak, bu buluşmanın bir bitiş buluşması olduğunu çoktan anlamıştı. Belki de ilk kelimeden itibaren, kadının ses tonundan, bakışlarından...

"Anlıyorum," dedi, sakin bir sesle. "Hayatta en önemli şey, kendimizi dinlemek ve kalbimizin sesini takip etmek."

Nergis, rahatlamış görünüyordu. Belki de adamın öfkeleneceğini, kızacağını düşünmüştü. Ama adam, yılların verdiği tecrübeyle, böyle durumların nasıl ele alınması gerektiğini biliyordu. Medeni iki insan gibi ayrıldılar. Kadın, son bir özür daha diledi ve hızla kafeden çıktı.

Adam, bir süre daha oturdu, kahvesini yudumladı. Denize baktı. İnsanlar sahilde yürüyordu, çocuklar koşuşturuyordu, çiftler el ele tutuşmuştu. Hayat, tüm hızıyla devam ediyordu.

Sonra dönüşte Bornova'ya uğrayıp meydanda oturmak ve düşünmek istedi. Karşıyaka'dan çıkıp tekrar Bornova'ya doğru yola koyuldu. Bugün, nedense, şehrin farklı ilçeleri arasında mekik dokuyordu.

Büyük Park'ın yanında arabasını park ederken, telefonuna bir mesaj geldi. Mesajın bildirimi ekranda görünürken, telefonun kendisi de hafifçe titredi. Adam, mesajın ihtiyar bir ruhla geldiğini hissetti, ya da öyle düşünmek istedi. Hislerinin kendisini yanıltmadığına inanıyordu çoğu zaman.

"Sonra bakarım," diyerek otomobilini park etti ve anahtarını cebine koydu. Parkta yürüdü bir süre, eski bir banka oturdu. İnsanları izledi, düşündü. Bugün, hayatın ona gösterdiği iki farklı yüzü düşündü – bir yandan reddedilme, bir yandan beklenmedik bir bağlantı...

Bir süre sonra, telefonunu çıkardı ve gelen mesaja baktı. Numara kayıtlı değildi ve mesajda "Hala İzmir'de isen görüşelim mi, bir şeyler içeriz" diye adam için başlangıçta bir anlam ifade etmeyen cümleler mevcuttu.

"Kim acaba bu?" diye düşündü. Belki eski bir arkadaş, belki iş bağlantısı... Merakla numarayı aradı.

Telefonu açan sesi duyduğunda, şaşırması bir kat daha arttı. Sabah arabaya aldığı otostopçu kızdı mesaj çeken! Aylin... İsmini bile zor hatırlamıştı, ama şimdi telefonda onunla konuşuyordu.

"Numaramı nasıl buldun?" diye sordu adam, şaşkınlığını gizleyemeyerek.

Kadın, bir an sessiz kaldı. Sonra, sıkılgan bir gülümsemenin sesini duyabilirmiş gibi hissetti adam:

"Otomobilin ön konsoluna bakarsanız anlarsınız," dedi kadın, hafif utangaç bir sesle.

Adam, birden hatırladı. Acil durumlarda otomobilini çekmesinler, kendisine haber versinler diye arabanın ön konsoluna numarasını yazıp bırakmıştı. Otostopçu kız, Aylin, oradan almış olmalıydı numarasını.

Bir an için, bu durumun absürtlüğünü düşündü. Sabah tanıştığı bir yabancı, şimdi onu arıyordu. Hayatın, bazen, en beklenmedik anlarda, en beklenmedik bağlantıları nasıl oluşturduğunu düşündü.

Ve birden, etrafındakilerin aptal bakışlarına aldırmayarak kahkahalarla gülmeye başladı adam. Gülüşü, parkın sessizliğini bozdu, kuşlar havalandı, insanlar dönüp baktı. Ama o umursamadı.

"Nerede buluşalım?" diye sordu telefona, gülüşü hala sesinde.

Kadının sesi, artık daha rahat, daha kendinden emin geliyordu: "Bornova Meydanı'nda, şu köşedeki kafede bekleyebilirim."

"Yirmi dakika içinde oradayım," dedi adam ve telefonu kapatıp arabaya doğru yürümeye başladı.

Gün, beklediğinden çok farklı bitiyordu. Sabah, yeni kız arkadaşıyla buluşmak için heyecanla yola çıkmıştı. Şimdi ise, tamamen farklı bir kadınla buluşmaya gidiyordu. Hayat, işte böyle tuhaf dönüşlerle doluydu.

Arabasına binip kontağı çevirirken, aynada kendi gözlerine baktı. Eskiden sıkılgan olan gülümsemeleri, artık daha rahat, daha içten görünüyordu. Belki de gerçek mutluluk, hayatın beklenmedik anlarında gizliydi. Belki de en iyi hikayeler, en çok plan yapmadığımız zamanlarda ortaya çıkıyordu.

Motor çalıştı ve adam, bilinmeyen bir maceraya doğru yola koyuldu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Düşünen Makineler, Sorgulayan İnsanlar: Yapay Zekâ Felsefesine Derin Bir Bakış

MAKİNE ANLAMAYA ÇALIŞIYOR: NLP’NİN SIRLARI

Dijital Evrimin Yeni Eşiği: Yapay Zekâlar Kendi Kültürünü Yaratmaya başlıyor.

Yapay Zekâ Yolculuğunda Sokratik Farkındalık: Kodlar Arasında Kendini Bilmek

Verinin Fısıltısı: Sayılardan Anlama Giden Yol

Yapay Zekâ Etiği: Teknolojiyi Sorgulamak, İnsanlığı Korumaktır.

Kapatılmaya Direnen Makineler: Yapay Zekâ Gerçekten Kontrolden mi Çıkıyor?

Yapay Zekâ Çağında Matematiksel Düşünmenin Gücü: Analitik Akıldan Algoritmik Devrime

Yapay Zekâ Okuryazarlığı: Geleceği Okuyabilmek

Kodun Kalbinden Düşen Cümle: Üretken Yapay Zekânın (Generative AI) Fısıltısı