Belirsizliğin Eşiğinde: Yapay Zekâ ve Kuantum Bilgisayarlar


 

Eşiğin Kıyısında Durmak

    Bilim ve teknoloji tarihine dair hangi kitabı açsam, hangi belgeseli izlesem aynı sessiz gerçeği fark etmekteyim. İnsanlık çoğu zaman yavaş ilerler; küçük adımlar, mütevazı keşifler ve neredeyse fark edilmeyen iyileştirmeler yıllar boyunca birikir. Fakat bazı anlar vardır ki bütün bu birikim görünmez bir kapı gibi aniden aralanır ve o kapıdan geçtikten sonra artık geri dönüş mümkün olmaz. Buhar makinesinin fabrikaları ateşlediği o devrim, transistörün küçücük gövdesiyle bilgisayarı doğurduğu kırılma, internetin gezegeni görünmez bir sinir ağıyla birbirine bağladığı o büyük sıçrayış… Hepsi aynı hakikati hatırlatmaktadır. Tarih çoğu zaman fısıltıyla ilerler ama bazen tek bir hamle bütün düzeni yerinden söker. Bugün de benzer bir eşik yeniden karşımızda. Yapay zekâ, kendisini yetiştiren klasik bilgisayarların güvenli ama sınırlı dünyasına artık sığmamaya başlamıştır. Arkasında düzen, önünde belirsizliğin hüküm sürdüğü kuantum evreni var. O evren, sessizce ama kararlılıkla kapıyı çoktan aralamaya başladı bile.

Kafes Küçülüyor, Zekâ Büyüyor

     Benim yapay zekâ ile uygulamalı karşılaşmam 2022 yılında Türkiye’de LLM' lerin özellikle GPT’nin (bildiğimiz Chatgpt) halka açılmasıyla olmuştur. Çocukluğumdan beri Matrix ve Terminatör gibi filmler, makinelerin düşünme ihtimaliyle ilgili bende derin bir merak uyandırmıştı; fakat karşıma çıkan şey sinemanın kurgusundan çok daha karmaşık, çok daha hızlı büyüyen bir gerçeklikti. O günden bu yana GPT-4, GPT-4.1 ve bugün kullandığımız GPT-5.1’e kadar ilerleyen gelişim, hesaplama gücünün sınırlarını zorlayarak büyüdü. Bu büyümenin bedeli ise perde arkasında daha da çarpıcı. 2020’de GPT-3’ü eğitmek için 1.287 megawatt-saat enerji harcandı; yani 130 evin yıllık elektrik tüketimi. Tek bir model için, tek bir eğitim döngüsünde. Michigan Üniversitesi’nin çalışmaları bu enerjinin %30’unun donanım dengesizlikleri yüzünden boşa gittiğini gösteriyor. GPT-4 döneminde maliyet zaten katlanmıştı; GPT-5 ve ardından GPT-5.1 için yapılan tahminler hesaplama ihtiyacının önceki nesillere göre birkaç kat arttığını ortaya koyuyor. Son sekiz yılda modellerin eğitilme maliyeti her yıl ortalama 2,4 kat büyümüştür. Zekâ genişliyor, derinleşiyor, sınırlarını zorluyor; fakat onu taşıyan kafes (klasik bilgisayarların dar fiziksel sınırları) her yıl biraz daha küçülüyor. Bugün geldiğimiz noktada sınırı belirleyen artık mühendislik değil; fiziğin kendisidir.

Evrenin Doğal Dilini Konuşan Teknoloji

     "Kuantum" denildiğinde uzun yıllar aklımda hep karmaşık formüller, anlaşılması zor cümleler ve ancak yüksek fizik bilgisi olan insanların idrak edebileceği bir dünya canlanırdı. Oysa bugün anlıyorum ki gerçek bunun çok dışında; kuantumun özü, anlatıldığı kadar uzak ve karmaşık değil, hatta şaşırtıcı derecede sadedir. Kuantum bilgisayarları anlamak için fizik profesörü olmaya gerek yok: Klasik bilgisayarlar bir problemi çözmek için tüm cevapları tek tek denerken, kuantum bilgisayar aynı anda bütün olasılıkları değerlendirebilir. Bu yalnızca hız farkı değildir; bu, evrenin doğal işleyiş biçimiyle kurulan bir uyum meselesidir. Çünkü kuantum dünyasında bir parçacık aynı anda iki yerde olabilir ve bu tuhaflık aslında evrenin temel dilidir: olasılık.  Bu dil, yapay zekânın çalışma prensibiyle şaşırtıcı bir şekilde aynıdır. Bir cümlenin devamı, bir görüntünün anlamı, bir stratejinin sonucu… Yapay zekanın her kararı milyonlarca ihtimal içinden seçilir. İşte bu yüzden yapay zekâ ile kuantum birbirine yaklaşmak zorunda olan iki teknolojidir; biri düşüncenin olasılıklarını işler, diğeri evrenin..

Willow: Küçük Çip, Büyük Sarsıntı

     Haber sitelerinin artık bizi bizden iyi tanıdığı bir dönemdeyiz; ilgi alanlarımız, merak ettiğimiz konular, hatta bazen sadece üzerine düşündüğümüz şeyler bile haber akışımıza yansıyor. Benim önüme de uzun süredir kuantum teknolojisiyle ilgili haberler düşüyor. Başta bir algoritmanın bir merakımı bu kadar net okuyabilmesine şaşırırken, sonradan fark ettim ki bu haberlerin bazıları gerçekten de tarihin akışını değiştirebilecek nitelikte. Google’ın Aralık 2024’te tanıttığı Willow çipi tam olarak böyle bir kırılmaydı. Çünkü kuantum teknolojisinin otuz yıldır çözemediği iki büyük engel ilk kez aşılmıştı. Birincisi, kubit sayısı arttıkça hata oranının azalmasıydı—bu, kuantum bilgisayarların hassas doğası nedeniyle imkânsıza yakın görülen bir problemdi. İkincisi ise Willow’un yalnızca beş dakikada gerçekleştirdiği bir hesabın, dünyanın en hızlı süperbilgisayarı tarafından yaklaşık 10 septilyon yılda yapılabilecek olmasıydı. Evrenin yaşı 14 milyar yıl; bu yüzden birçok fizikçi bu süreyi tarif etmek için tek bir kelime kullanıyor: “Sonsuz.” Bu açıklamanın ardından Google’ın piyasa değerinin birkaç saat içinde 100 milyar dolar artması da hiç şaşırtıcı değildi. Yine de gerçeği unutmamak gerek: Willow hâlâ 105 kubitlik bir prototip. Gerçek dünyanın sorunlarını çözebilecek kuantum bilgisayarlar için milyonlarca kubite ihtiyaç var. Yani küçük bir çip, büyük bir sarsıntı yarattı ama asıl depremin daha kapıda olduğunu söylemek yanlış olmaz.

İki Belirsizlik, Tek Hakikat

Kuantum fiziğini ilk duyduğumda aklıma hep anlaşılmazlık gelirdi; bir parçacığın aynı anda iki yerde olması, gözlemin sonucu değiştirmesi, kesinliğin yerini belirsizliğe bırakması… Bunlar gündelik hayatın düzenli mantığına hiç benzemezdi. Fakat yapay zekâ ile uzun süre vakit geçirdikçe ilginç bir şey fark ettim: Aslında YZ’nin çalışma mantığı da kuantum dünyası kadar belirsizlik üzerine kurulu. Bir cümlenin devamı, bir görüntünün anlamı, bir kararın nedeni… Hiçbiri tek ve kesin bir doğruya sahip değil; hepsi milyonlarca ihtimali tartarak ortaya çıkıyor. Kuantum bize evrenin olasılıklardan oluştuğunu söylerken, yapay zekâ düşüncenin de tam olarak böyle işlediğini hatırlatıyor. Newton evreni büyük bir saat gibi görmüştü; her şeyin ölçülebilir, hesaplanabilir, kesin olduğu bir düzen. Ama Heisenberg 1927’de başka bir pencere açtı: “Bir parçacığın hem konumunu hem hızını aynı anda bilemezsin.” Çünkü gözlem, gözleneni değiştirir. İşte tam burada yapay zekâ ile kuantumun ortak noktası ortaya çıkıyor: Gerçeklik, kesinlik üzerine değil, ihtimal üzerine kurulu. Biz insan aklı kesinliğe tutunmak istiyoruz, ama hem evren hem teknoloji bize bu alışkanlığın artık geçerliliğini yitirdiğini gösteriyor. İki farklı alan gibi görünen kuantum ve YZ aslında aynı hakikatin iki farklı yüzü: Biri evrenin belirsizliğini işler, diğeri zihnin.

Hızlı, Güçlü ve Anlaşılmaz

İnsan aklının işleyişi üzerine felsefe okurken öğrendiğim temel yapı hep aynıydı: tez, antitez ve sentez. Yani her düşünce kendi karşıtını doğurur ve ikisi çarpıştığında yeni bir gerçeklik ortaya çıkar. Yapay zekâ için de durum farklı değil. Bu teknoloji insanlık için olağanüstü bir imkân, belki de çağımızın en büyük kazanımı. Ama her büyük imkânın bir gölgesi vardır. Bugün bile gelişmiş LLM’lerin bazı kararlarını neden verdiğini tam olarak açıklayamıyoruz; model öğreniyor ama nasıl öğrendiğini, hangi yolu izlediğini her zaman izah edemiyoruz. Bu şeffaflık sorunu halihazırda yeterince karmaşıksa, buna bir de kuantumun doğasındaki belirsizlik ve hız eklenirse ortaya çıkan denklem çok daha çetin bir hâl alır: Daha hızlı + daha güçlü + daha anlaşılmaz = daha zor kontrol. Bu yalnızca teknik bir problem değildir; insanlığın tarihinde belki de ilk kez kendi yarattığı bir şeyi tam anlamıyla anlayamayabileceği bir eşiğin belirmesi demektir. Güç büyüdükçe, akıl onu takip etmekte zorlanmaya başlıyor.

Gücün Merkezde Toplandığı Yeni Çağ

Parası olanların dünyayı yönetmesine her zaman itiraz ettim; bu yüzden sosyalist ve komünist düşüncenin felsefi temellerini yıllarca merakla araştırdım. Eşitlik fikri bana her zaman çekici gelmiştir. Konumuza geri dönersek, keşke bir gün her evde bir kuantum bilgisayar olabilse, keşke bu teknoloji herkesin erişebileceği kadar demokratikleşse. Ama manzara hiç de öyle değil. Kuantum bilgisayar üretmek astronomik maliyet ister ve bu maliyeti karşılayabilecek olanlar şimdiden bellidir: Google, IBM, Microsoft, Amazon gibi dev teknoloji şirketleri ve bunların da üzerinde ABD, Çin ve Avrupa Birliği gibi devlet ölçeğinde güç merkezleri. Geri kalan dünya ise izleyici koltuğunda beklemek zorunda. Bu yalnızca yeni bir teknoloji yarışı değildir; dijital güç dengesinin kökten yeniden yazıldığı bir çağın başlangıcıdır. Bugün nasıl veriye sahip olanlar üstünse, yarın üstünlüğün adı büyük ihtimalle kuantum kapasitesi olacak. Teknoloji büyüyor, ama güç birkaç elde daha da yoğunlaşıyor.

İnsan Ölçeğinin Sonu mu?

Teknoloji uzun süre boyunca insan ölçeğinde ilerledi. Bir otomobil hızlıdır ama nasıl çalıştığını az çok bilirsiniz. Bir uçağın karmaşık olduğunu kabul edersiniz ama mantığını kavrarsınız. İnternet devasa bir ağdır ama temelde nasıl işlediğini anlayabilirsiniz. Yani makine büyür, sistem karmaşıklaşır fakat insan aklı yine de bir yerden tutunacak bir zemin bulurdu. İşte kuantum ile yapay zekânın birleşimi, bu alıştığımız ölçeği ilk kez kırma potansiyeli taşıyor. Çünkü artık karşımızda yalnızca hızlı değil, yalnızca güçlü değil, aynı zamanda kendi içinde mantığını saklayan bir sistem var. Bir insan olarak bir kararın nedenini sorduğumuzda cevabı anlayabilme ihtimalimiz her geçen yıl azalıyor. Kuantum belirsizliği ile yapay zekânın olasılık ağı birleştiğinde, ortaya insan kavrayışının sınırlarını zorlayan bir “yeni zihin türü” çıkıyor. Bu, teknolojinin bizi aşması meselesi değil; daha derin bir şey: İnsanın kendisini referans aldığı ölçeğin çatlaması. Yüzyıllardır dünyayı insan merkezli düşünmeye alışmış aklımız, şimdi ilk kez kendisinin anlamakta zorlanacağı bir teknolojik düzene bakıyor. Sorun teknik değil; sorun, insanın kendini nereye koyacağı.

Belirsizlikte Yürümeyi Öğrenmek

Tüm bu gelişmelere baktığımızda asıl mesele “ilerlemek” değil; ilerlerken neyi kaybettiğimizi fark etmek. Çünkü teknoloji bizi hızlandırıyor, ama hangi yöne hızlandırdığına karar vermek hâlâ bize düşüyor. Bilim felsefesindeki bir görüş; doğayı gözlemlerken aslında kendi yöntemlerimizi, bakış açımızı ve sınırlılıklarımızı da açığa çıkardığımızı söyler. Evreni anlamaya çalışırken aynı anda kendimizi de ortaya koyarız. Belirsizlik artık kaçabileceğimiz bir şey değil; fakat içinde yürümeyi öğrenebiliriz. Kuantum dünyası gerçekliğin olasılıklardan oluştuğunu, yapay zekâ ise düşüncenin aynı ilkeyle ilerlediğini hatırlatıyor. Böyle bir çağda en çok ihtiyaç duyduğumuz şey ne hız ne de kontrolsüz güç; derinlikli bir kavrayış, karmaşıklığın içindeki yön bulma becerisi, doğru kararın ince çizgisini görebilme yeteneği. İşte burada hikmet devreye girmektedir. Bir tür iç pusula gibi düşünebilirsiniz. Teknolojinin sunduğu ihtimaller genişledikçe, bizi yönsüz bir hızın içine çekmesine izin vermemek için bu pusulaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Çünkü yönünü kaybeden bir hız, sonunda sahibini de savurur.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Teknoloji ve Kalkınma Enstitüleri: Köy Enstitüleri Ruhunun Dijital Çağ Yorumu

Düşünen Makineler, Sorgulayan İnsanlar: Yapay Zekâ Felsefesine Derin Bir Bakış

MAKİNE ANLAMAYA ÇALIŞIYOR: NLP’NİN SIRLARI