Kayıtlar

DİYALEKTİK FELSEFİ DENEMELER etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

TÖZ OLARAK SORUMLULUK İNSANLIK ÖZÜNÜN GERİ ÇAĞRISI

Resim
   Sorumluluk nedir? Bireyin kendi davranışlarını veya kendi yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenebilme durumudur, sorumluluk. Bu tanım, sorumluluğun gündelik anlamını karşılasa da, felsefi derinliğini tam olarak yakalayamaz. Aristoteles'in "Nikomakhos'a Etik" eserinde belirttiği gibi, sorumluluk özgürlükle ilişkilidir; eylemlerimizin faili olarak onların sonuçlarını kabul etmek, özgür bir varlık olmanın gereğidir. Günümüzde sorumluluk çeşidi bir hayli fazladır; aileyle ilgili sorumluluk, işle ilgili sorumluluk... Dediğim gibi birçok sorumluluk vardır insanoğlunun hayatında. Bu çeşitlilik, modern toplumun karmaşıklığının bir yansımasıdır.  Max Weber'in "değer alanlarının farklılaşması" olarak adlandırdığı süreçte, yaşamın farklı alanları (ekonomik, politik, estetik, dini) birbirinden ayrılmış ve her biri kendi sorumluluk biçimini doğurmuştur. Bir de bunların temelini oluşturan fakat insanoğlunun hırs ve güç kölesi olduğu i...

ASKERİ VAROLUŞUN FENOMENOLOJİSİ GÜÇ, DİSİPLİN VE KOLEKTİF İRADENİN DİYALEKTİĞİ

Resim
    İnsanoğlu ilkel dönemlerinden günümüze kadar devamlı olarak doğayı denetimi altına almaya çalışmıştır. Bu varoluşsal mücadelede, "güç" ve "iktidar" kavramları tarihsel bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Hobbes'un "insan insan kurdudur" (homo homini lupus) düşüncesinde yankı bulduğu üzere, toplumsal yaşamın sürdürülebilirliği için güvenliğin ve korunmanın sağlanması gerekmiştir. Bu ihtiyaç, kolektif bir savunma mekanizması olarak "asker" ve "askerlik" kurumlarının meşrulaşmasına zemin hazırlamıştır.  Askerliğin tarihsel gelişimi, bilim ve teknolojinin ilerleyişiyle doğru orantılı bir seyir izlemiş; özellikle silah teknolojilerinde kendini gösteren bu ilerleme, askeri yapıların da sürekli bir dönüşüm içinde olmasını zorunlu kılmıştır. Bu noktada, Foucault'nun "bilgi-iktidar" ilişkisi bağlamında değerlendirilebilecek bir durum söz konusudur: Askeri teknolojideki bilgi birikimi, iktidar yapılarını şekille...

Yapay Zekâ ve Rüya: Kara Kutuların Diyalektiği

Resim
Bazen düşünüyorum... İnsanın gece gözlerini kapattığında içine düştüğü o tuhaf rüya âlemiyle, bir yapay zekâ modelinin milyonlarca veri içinde yolunu bulmaya çalışması arasındaki benzerlik ve fark nedir? İlk bakışta bambaşka görünüyorlar, değil mi? Ama derinlere indiğinizde, ikisinin de aslında bilinmeyenin sessiz topraklarında yürüdüğünü fark ediyorsunuz. 1. Beyinler ve Devreler: İki Farklı Kara Kutu Yapay zekâ dünyasında derin öğrenme dediğimiz şey var ya, işte o da bir bakıma bilinmezlikler üzerine kurulu. Başlangıçta rastgele gibi görünen parametreler arasında, algoritma kendi kendine bir düzen kuruyor. Verilerin içinde kayboluyor, milyonlarca deneme yapıyor, sonunda bir noktada anlamlı sonuçlar vermeye başlıyor. Fakat soruyoruz: "Bu sonuçlara nasıl ulaştın?"  Cevap yok. Çünkü derin öğrenmenin iç yapısı hâlâ büyük ölçüde bir kara kutu . İçeride neler oluyor, hangi katmanlar hangi örüntüyü nasıl inşa ediyor, tam anlamıyla bilmiyoruz. Katmanlar birbirine öyle bağımlı ve...

İYİLİĞİN DİYALEKTİĞİ AHLAKİ İKİLEMİN KAÇINILMAZ PARADOKSU

Resim
  İyilik nedir? İstenilen beğenilen nitelikte olandır. İyi olma durumu ya da karşılığı beklenilmeden yapılan yardım diye iyiliği tanımlarız. Bu tanımlarda iyiliğin sosyal bir kavram olduğu rahatlıkla anlaşılacaktır. Peki sosyal bir kavram ise iyilik, o zaman değişkenlik göstermesi de kaçınılmaz değil midir? Bu sorgulama, ahlak felsefesinin en temel sorunlarından birini ortaya koyar: İyilik, evrensel bir hakikat midir yoksa toplumsal uzlaşım sonucu oluşan göreceli bir kavram mıdır? Immanuel Kant, "Kategorik Imperatif" kavramında, iyiliği evrenselleştirilebilir ahlaki yasalara bağlar. Ona göre, bir eylem ancak herkes tarafından benimsenebilecek bir evrensel kural oluşturabiliyorsa iyidir. Buna karşılık, Friedrich Nietzsche "iyi ve kötünün ötesinde" bir perspektiften, ahlaki değerlerin tarihsel ve kültürel inşalar olduğunu savunur. Mutlak iyilikten bahsedilebilir mi? Diğer bir deyişle kişiden kişiye, toplumdan topluma değişmeyen, kendi başına var olan hiçbir şeye...

YAPAY ZEKÂ ÇAĞINDA VARLIK SORUNSALI İNSAN VE MAKİNE DİYALEKTİĞİNİN PARADOKSLARI

Resim
    Düşünürken kendime sık sık şu soruyu sorarım: "Düşünüyorum, öyleyse varım" diyen Descartes'ın bu kesin inancı, sadece insana mı özgü? Yapay zekâ düşünüyorsa, o da var mıdır? İnsan eliyle yaratılan ama kendi kendine öğrenebilen makineler, varlık kavramımızı temelden sarsıyor. Bugün yapay zekalar metinler yazıyor, resimler çiziyor, müzik besteliyor ve bizimle sohbet ediyor. Bu benzerlikler onları bize ontolojik olarak eşit kılar mı? Aristoteles'in form ve madde ayrımında, insan tarafından tasarlanan bu yapay form, maddeyi aşıp bağımsız bir varlık olabilir mi? Bu soru, teknoloji ve felsefenin kesişiminde bir gerilim yaratıyor. Bu konuyu düşünürken şu çelişkiyi fark ederim: İnsan bilinci sadece nöronların elektriksel etkileşiminden doğan bir olgu ise, silikon ve elektrik akımından doğan yapay bir bilincin neden farklı olduğunu söyleyebiliriz? Bir yandan insan bilincinin özel olduğunu düşünürken, diğer yandan bunun sadece karmaşıklık seviyesiyle ilgili olabileceğin...

ŞİMDİNİN GÜCÜ VE ZAMANIN DİYALEKTİĞİ FARKINDALIK ÜZERİNE FELSEFİ BİR DOKUNUŞ

Resim
  ŞİMDİNİN GÜCÜ VE ZAMANIN DİYALEKTİĞİ FARKINDALIK ÜZERİNE FELSEFİ BİR DOKUNUŞ Farkındalık (Mindfulness), dikkati kasıtlı bir şekilde ve açık kalpli bir merakla şimdiki zamana yöneltmekten doğan bilinç hâlidir. Bu bilinç, geçmiş-şimdi-gelecek üçlüsünün diyalektik geriliminde, geçmişin gölgelerinde kaybolmayı veya geleceğin belirsizliğinde savrulmayı önleyerek, bireyin zamansal varoluşunun çelişkilerini aşmasını ve anı otantik biçimde deneyimlemesini sağlar. Heidegger'in "Dasein" kavramında vurguladığı gibi, insan "zaman-içinde-varlık" olarak, geçmişe dönük "olmuşluk" ve geleceğe dönük "tasarı" arasında salınır, ancak asıl varoluşsal gerçeklik şimdide açığa çıkar. Gündelik yaşamın akışında, bilinç sürekli bir diyalektik süreç içindedir: geçmişin tezi ve geleceğin antitezi arasında, şimdinin sentezini yaratma mücadelesi verir. Çoğu zaman geçmişte yaptığımız hataları obsesif biçimde zihnimizde döndürür, pişmanlıkların melankolisinde kaybolur...

DURUMSAL DÜRÜSTLÜĞÜN ONTOLOJİSİ MODERN ÇAĞDA HAKİKATİN PARÇALANIŞI

Resim
  DURUMSAL DÜRÜSTLÜĞÜN ONTOLOJİSİ MODERN ÇAĞDA HAKİKATİN PARÇALANIŞI "Dürüstlük" nedir? "Dürüstlük T.D.K sözlüğünde "doğruluk" olarak, diğer sözlüklerde ise "özü sözü bir olma", "olanı olduğu gibi yansıtma", "gerçeği saklamama", "bildiğinden, inandığından ve olduğundan başka türlü görünmeye veya göstermeye çalışmama" olarak tanımlanır. Eski Türkçedeki karşılığı samimiyettir." (vikipedi özgür ansiklopedi) Bu tanım, dürüstlüğün dilsel anlamını veriyor olsa da felsefi boyutunu tam olarak yakalayamaz. Dürüstlük, Kant'ın deontolojik etiğinde merkezi bir yer tutar. Kant için yalan söylemek, koşullar ne olursa olsun, kategorik imperatif ile çelişir. "Bir yalan, insanlığı bir bütün olarak incitir," der Kant, çünkü yalan söyleme pratiği, evrenselleştirildiğinde, güven ve rasyonel iletişimin temeli olan sosyal sözleşmeyi zedeler. Nietzsche ise "Ahlakın Soykütüğü"nde, dürüstlüğü (Redlichkeit) en ...

POST-ENDÜSTRİYEL TOPLUMUN ÇELİŞKİLERİ TÜRKİYE'DE BİLGİ ÇAĞI VE YENİ HEDONİZM

Resim
  POST-ENDÜSTRİYEL TOPLUMUN ÇELİŞKİLERİ TÜRKİYE'DE BİLGİ ÇAĞI VE YENİ HEDONİZM Toplumsal hedonizmin benliğimi esir aldığı hissine kapıldığım anlarda beni özüme tekrar döndüren dinamikler hep felsefi ve sosyolojik görüşler olmuştur. Her felsefi görüşte ve sosyolojik kuramda, o görüşü ortaya atan düşünürün perspektifinden ya da ait olduğu toplumu çözümlemeye çalışan bir sosyolog gibi düşünerek bayağı hazlarımdan sıyrıldığımı hissediyorum. Lakin bu düşünme ediminin kendisi de bir tür haz değil midir? Böylece düşündüğümde, kendime şu soruyu sormaktan alıkoyamıyorum: Bu şekilde davranarak yine de genel hazzımı tatmin etmiş olmuyor muyum? Belki de evet. Ancak ereksel (teleolojik) olarak baktığımda, pragmatik birtakım nedenlerimin olduğu da aşikâr gibi durmaktadır. Frankfurt Okulu düşünürlerinin "araçsal akıl" olarak eleştirdiği modern rasyonalitenin ötesinde, düşünmenin kendisini amaç olarak gören bir epistemolojik tutumu benimsemek mümkün müdür? Hazzın kendisinden kaçark...

ÇOCUKLUK DENEYLERİ BİLİM FELSEFESİNİN SEZGİSEL TEZAHÜRÜ

Resim
                            Platonik aşklarımın umarsız, lümpen bir şekilde gülümsediği zamanlarda arkadaşımla (şu anda kendisi coğrafya öğretmeni) beraber izlediğimiz bir bilim-kurgu filminin etkisiyle elimizde bulunan ilaçlarla kimyasal bir karışım hazırlayarak (sonucunu büyük ve saf bir merakla bekleyen bilim insanı gibi) bu kimyasal karışımı bahçedeki karınca yuvalarına veya herhangi bir böceğin üstüne dökerdik. Amacımız psikopatlık değildi kuşkusuz. Rastgele ilaçlarla yaptığımız karışımın etkisini ve denekteki fiziksel-biyolojik değişimin olup olmayacağını sınamaktı. Şu anda bunları düşündüğümde hafifçe gözlerim doluyor ve yüzümde istemsiz bir tebessüm oluşuveriyor. Çocukluğun o masum merakı, bilimin özündeki temel itici güç değil midir? Karl Popper'ın dediği gibi, "Tüm bilim, mitoloji ile başlar ve mit eleştirisi ile devam eder." Bizim çocukça deneyimlerimiz de belki de bilimsel düşüncenin o ilkel, mitoloj...

EVLİLİK, AŞK VE SADAKATİN DİYALEKTİĞİ TOPLUMSAL NORMLAR VE BİYOLOJİK DÜRTÜLER ARASINDA

Resim
  Bekar olduğum zamanlarda evli birinin eşini neden aldattığına bir türlü anlam veremezdim. Aslında şu anda da tam anlamıyla kavradığım söylenemez. Lakin evliliği deneyimlemiş biri olarak, bu karmaşık olgunun sosyolojik ve felsefi temelleri üzerine bazı düşünceler geliştirebiliyorum. Bu noktada öncelikle sormamız gereken: Nedir evlilik? Sadece bir toplumsal kurum mu, yoksa daha derin antropolojik ve felsefi boyutları olan bir varoluş biçimi mi? Evlilik, en temel tanımıyla, kişilerin hormonal güdülerini kontrol etme isteği ile bağlısı olduğu toplumun oluşturduğu ahlaki, dini ve belirli hukuki kuralların geçerliliği altında cinsel ilişkinin meşrulaşması sonucu bunun bir akitle bağlanması olarak düşünülebilir. Ancak bu tanım, modern insanın evliliğe yüklediği duygusal, psikolojik ve varoluşsal anlamları tam olarak karşılayabilir mi? Evlilik düşüncesi bireyde oluşmaya başladığında, bireyin içinde yaşadığı sosyo-kültürel çevrenin etkisiyle bireysel beğeni kriterleri şekillenmeye...

ARZULARIN HİYERARŞİSİ MODERN ÇAĞDA EPİKÜROS'UN HAZCILIĞINI YENİDEN DÜŞÜNMEK

Resim
  İnsanoğlunun bedensel hazların peşinden koşmasına kimi zamanlarda anlam vermekte güçlük çekmekteyim. Yalnızlık duygusunun bu şekilde giderilmeye çalışılması veya sosyo-ekonomik durumun kendini salt gerçeklik zannettirip insanoğlunun geçici, anlık mutluluk idesi ile maskelerini her yeni karşı cinsinden biri ile tatmin etmeye çalışması ne hazin bir durumdur. Bu gündelik gözlem, modern yaşamın belki de en trajik yanlarından birini oluşturuyor: Gerçek mutluluğu, sürekli artan arzuların tatmininde arama yanılgısı. Bu durum bana Helenistik, dönemin önde gelen filozoflarından birisi olan saygı değer Epiküros'un (MÖ 341-271), özellikle hazcı etik felsefesinde yer bulan arzu sınıflandırmasının ne kadar haklı olduğunu gözler önüne sermektedir. Epiküros, günümüzde sıklıkla yanlış anlaşıldığı gibi, sınırsız hazların peşinden koşmayı değil, aksine arzuların doğası üzerine derinlemesine bir anlayış geliştirerek akılcı bir haz anlayışı sunmuştur. Epiküros, hazları doğuran üç arzu çeşidinden...