ASKERİ VAROLUŞUN FENOMENOLOJİSİ GÜÇ, DİSİPLİN VE KOLEKTİF İRADENİN DİYALEKTİĞİ

 

 İnsanoğlu ilkel dönemlerinden günümüze kadar devamlı olarak doğayı denetimi altına almaya çalışmıştır. Bu varoluşsal mücadelede, "güç" ve "iktidar" kavramları tarihsel bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Hobbes'un "insan insan kurdudur" (homo homini lupus) düşüncesinde yankı bulduğu üzere, toplumsal yaşamın sürdürülebilirliği için güvenliğin ve korunmanın sağlanması gerekmiştir. Bu ihtiyaç, kolektif bir savunma mekanizması olarak "asker" ve "askerlik" kurumlarının meşrulaşmasına zemin hazırlamıştır.

 Askerliğin tarihsel gelişimi, bilim ve teknolojinin ilerleyişiyle doğru orantılı bir seyir izlemiş; özellikle silah teknolojilerinde kendini gösteren bu ilerleme, askeri yapıların da sürekli bir dönüşüm içinde olmasını zorunlu kılmıştır. Bu noktada, Foucault'nun "bilgi-iktidar" ilişkisi bağlamında değerlendirilebilecek bir durum söz konusudur: Askeri teknolojideki bilgi birikimi, iktidar yapılarını şekillendiren temel dinamiklerden biri olmuştur. Tarihsel detaylara daha fazla inmek mümkün, ancak burada askerlik meziyetinin ve mantığının ontolojik ve fenomenolojik boyutları üzerine düşünmek daha yararlı olacaktır. Askerlik denildiği zaman "disiplin", "irade", "cesaret", "itaat" gibi kavramlar karşımıza çıkar. Bu kavramların felsefi anlamları, askeri varoluşun özünü anlamada bize yardımcı olabilir. Disiplin kavramı, askerlik mantığı içinde temel bir yer tutar. Felsefe için mantık bilimi nasıl olmazsa olmaz ise, askerlik için de disiplin böyle bir öneme sahiptir. Kant'ın kategorik imperatif anlayışında olduğu gibi, disiplin de koşulsuz bir zorunluluğu ifade eder. Latince kökenli "düzen" anlamındaki bu kavram, askerlik mantığında hizmetlerin belirli bir sıra ve düzen içerisinde yapılması, hukuki kurallara riayet için kullanılır. Foucault'nun "Disiplin ve Cezalandırma" eserinde analiz ettiği üzere, disiplin sadece bir düzenleme aracı değil, aynı zamanda bedenleri ve zihinleri şekillendiren, tahakküm kuran bir iktidar teknolojisidir. İrade kavramı, kendi içerisinde fiziki ve ruhi irade olmak üzere ikiye ayrılır. Fiziki irade, Nietzsche'nin "güç istenci" (güç istenci) kavramıyla ilişkilendirilebilecek şekilde, vücut dayanıklılığına ve fiziksel zorlukları aşma gücüne karşılık gelir. Ruhi irade ise, Hegel'in "tin" (Geist) kavramında olduğu gibi, toplumsal ve tarihsel bir kolektif bilinç formunu ifade eder - şan, şeref, haysiyet, namus, bayrak, vatan, millet ve hürriyet gibi soyut değerlerin içselleştirilmesi ve bu değerler uğruna fedakârlık yapabilme gücüdür. Cesaret kavramı, antik Yunan filozoflarının "areté" (erdem) anlayışındaki merkezi erdemlerden biridir. Aristoteles'in "orta yol" (mesotes) etiğinde, cesaret korkaklık ile gözü karalık arasındaki dengeli erdemdir. Askeri bağlamda cesaret, taktik seziş ve stratejik öngörü ile birleşerek, ruhi irade sayesinde korku karşısında kontrollü bir dayanıklılık göstermeyi hedefler. İtaat kavramı ise, askerliğin kavramsal çerçevesinde belki de en çok felsefi sorgulamayı gerektiren unsurdur. Hannah Arendt'in "Kötülüğün Sıradanlığı" kavramında incelediği gibi, sorgulamaksızın itaatin tehlikeleri tarihsel olarak görülmüştür. Ancak askeri mantık içinde itaat, komut verenin (komutanın) taleplerini hiçbir koşul ve şart düşünmeden yerine getirme gücünü ifade eder. Bu noktada, itaatin etiği ve sınırları üzerine felsefi bir sorgulama zorunlu hale gelir: Hangi emirlere, ne zamana kadar ve hangi koşullarda itaat edilmelidir? 

 Asker kelimesi etimolojik olarak incelendiğinde ilginç bir boyut ortaya çıkar. Her ne kadar tikel bir kelime gibi görünse de aslına bakıldığında tümel bir kavramdır. Çünkü doğası gereği çoğul olmayı, kollektif bir varlığı ifade eder. Bu açıdan Heidegger'in "Dasein" kavramının bireysel boyutundan ziyade, Sartre'ın "biz-varlığı" (nous-sujet) kavramına daha yakındır. Askerlik ancak "birler" yani "birlik olanlar" ile anlamını bulur. Bu sebeple, askerliğin özü kollektif varlıkta, birlik ruhunda yatar. Askeri yapılarda başarı, bu birlik ruhunun güçlendirilmesi ile mümkün olur. Peki bu birlik ruhu nasıl tesis edilir ve güçlendirilir? İlk olarak, düzen eğitimi ile bu kolektif ruh sağlanmalıdır. Buradaki "düzen" kavramı, Derrida'nın "yapısöküm" düşüncesindeki gibi sabit ve değişmez değil, zamana, mekâna ve içinde bulunulan toplumsal koşullara göre değişebilen, yeniden yorumlanabilen kurallar bütünüdür. Eğitimden kasıt ise, Platon'un "paideia" anlayışında olduğu gibi, insanın bütüncül gelişimini hedefleyen, beyin ve beden terbiyesi ile bireyin toplumsal varlığa dönüşmesinin sağlanmasıdır. Bu düzen eğitiminin sınırı var mıdır? Gelişen teknik ve bilimsel ilerlemeye göre bir sınırsızlık söz konusu olsa da, bu sınır en nihayetinde komut verenin, yönetenin veya komutanın vizyonu ve kapasitesi kadardır. Burada Platon'un "filozof kral" idealini hatırlamak yerinde olur: Askeri yapılarda da, teknik bilginin ötesinde felsefi bir anlayışa, etik bir duruşa ve geniş bir vizyona sahip liderlerin varlığı, kolektif iradenin yönlendirilmesinde kritik öneme sahiptir. Çağdaş dünyada askerlik kurumunun yeri ve anlamı üzerine düşünürken, iki uç yaklaşımdan kaçınmak gerekir: Bir yandan militarist bir anlayışla askeri değerleri mutlaklaştırmak, diğer yandan ise pasifist bir yaklaşımla askeri kurumların tarihsel ve toplumsal işlevini tamamen reddetmek. Daha dengeli bir yaklaşım, askeri kurumların demokratik denetim altında, hukukun üstünlüğüne bağlı ve insan haklarına saygılı bir çerçevede yapılandırılması olabilir. Askerlik kavramının felsefi bir incelemesi, bizi bireysel varoluş ile kolektif kimlik, özgürlük ile zorunluluk, itaat ile özerklik arasındaki diyalektik ilişkiyi düşünmeye sevk eder.

 Askeri varoluşun fenomenolojisi, insanın toplumsal bir varlık olarak kendi güvenliğini sağlama, kolektif bir aidiyet duygusu geliştirme ve ortak değerler etrafında birleşme ihtiyacının bir yansıması olarak görülebilir. Bu açıdan, askerlik kurumu üzerine felsefi bir sorgulama, insan doğası ve toplumsal yaşamın temelleri hakkında da derinlemesine düşünmeyi gerektirir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Düşünen Makineler, Sorgulayan İnsanlar: Yapay Zekâ Felsefesine Derin Bir Bakış

MAKİNE ANLAMAYA ÇALIŞIYOR: NLP’NİN SIRLARI

Dijital Evrimin Yeni Eşiği: Yapay Zekâlar Kendi Kültürünü Yaratmaya başlıyor.

Yapay Zekâ Yolculuğunda Sokratik Farkındalık: Kodlar Arasında Kendini Bilmek

Verinin Fısıltısı: Sayılardan Anlama Giden Yol

Yapay Zekâ Etiği: Teknolojiyi Sorgulamak, İnsanlığı Korumaktır.

Kapatılmaya Direnen Makineler: Yapay Zekâ Gerçekten Kontrolden mi Çıkıyor?

Yapay Zekâ Çağında Matematiksel Düşünmenin Gücü: Analitik Akıldan Algoritmik Devrime

Yapay Zekâ Okuryazarlığı: Geleceği Okuyabilmek

Kodun Kalbinden Düşen Cümle: Üretken Yapay Zekânın (Generative AI) Fısıltısı