ETİK MASKELERİN ARDINDAKİ HAKİKAT ARAYIŞI
Güneşin
insanoğluna geçici olarak veda etmesine ramak kala, evimin balkonunda açık bir
sigara tadında, yaşam dünyamızı ve toplumsal ilişkilerimizdeki faydacı, bencil,
verimsiz olan sığ yapıyı düşünüyorum. Bu akşam saatinin loş ışığında, insan
ilişkilerindeki sorunun temel kaynağı nedir diye kendime sorarken, etrafıma ölü
balık gözleriyle bakıyorum. Kanımca, sorunun özü insanın kendine ve insan
olarak insana ait etik bilgi eksikliğidir. Peki, tam olarak nedir bu
"etik"? Etik kelimesi köken olarak eski Yunanca "ethos"
sözcüğünden gelmektedir. Temel anlamı "karakter, huy" iken, çoğul
anlamıyla "bir topluluğun, bir grubun yaşama biçimi" şeklindedir.
Ancak "etik" sözcüğünün asıl özü ve cevheri kişiyle, bireyin
kendisiyle ilgilidir. Etiğin tarihsel temellerini atan filozof olarak kabul
edilen Sokrates (MÖ 469-399), "KENDİNİ BİL" ve "SORGULANMAYAN
BİR YAŞAM YAŞANMAYA DEĞMEZ" sözleriyle, kişinin kendi hakkında bilgi
edinmesinin ve kendini bilerek yaşamasının vazgeçilmez önemini vurgulamıştır. Sokrates'in
bu öğretisi, kişinin kendinden yola çıkarak diğer insanlarla, dünyayla ve
yaşamla ilişkilerini derinlemesine gözden geçirmesi gerektiğini işaret eder. Bu
sorgulamanın sonucunda, doğru ve iyi bir yaşamın ne olduğu sorusunun çözümüne
ulaşacağımızı söyleyerek, etiğin gerçek anlamını çoktan biz insanoğluna
göstermiştir. İşte şimdi daha net anlayabiliyorum gündelik hayatta faydacı bir
yapışkanla yüzlerimize takılan maskelerin ardındaki boşluğu...
Bu noktada
toplumsal düşüncede bir kavram kargaşası olduğu kanaatindeyim. İnsanoğlu
"etik" denildiği zaman çoğunlukla belirli bir topluluğa, yer ve
zamana bağlı değerlilik ölçütleri veya kurallar-ilkeler bütünü olarak
düşünmekte ve eylemlerini bu tarihsel ve sosyal nitelikli olgu üzerinden
şekillendirmektedir. Halbuki bu tanım etiğin değil, ahlakın tanımıdır.
Etik ise
daha kapsamlı bir biçimde bilgi alanını ifade eder; filozofun ahlaki olguları
sorgularken kullandığı, etik alanın dinamik ve canlı bilgisidir. Etik, ahlaki
fenomenlerin ardındaki düşünsel temelleri araştırır, 'neden' sorusunu sorar ve
evrensel ilkelere ulaşmaya çalışır. Bir bakıma ahlakın meta-disiplinidir;
ahlaki kavramların yapısını, kökenini, anlamını ve geçerliliğini inceler.
Ahlak
belirli bir toplum içinde kabul görmüş, benimsenmiş ve yaşanan ilişkilerde
kendini gösteren değer yargıları, kurallar ve ilkeler topluluğu iken; etik, bu
ahlaki değerlerin özünü, temellerini ve kaynağını araştıran, sorgulayan
felsefenin bir disiplinidir. Ahlak tarihsel ve sosyal olarak değişebilirken,
etik evrensel ilkelere ulaşma gayretindedir.
İşte bu
ayrımı ve etiğin derindeki anlamını kavrayarak, insanoğlu kendini, toplumsal
ilişkilerini ve yaşamı sorguladığında, Aristoteles'in "eudaimonia"
dediği o gerçek mutluluk, o istemese de karşısında kendini gösterecektir. Etik
bilinci, sadece kurallar bütününü değil, insanın kendi özüyle kurduğu dürüst
ilişkiyi de içerir. Bu ilişki kurulduğunda, maskelerin ardındaki hakikat
kendini açığa çıkaracak ve toplumsal ilişkilerimizdeki sığlık yerini derinlikli
bir anlayışa bırakacaktır. Belki de günbatımında düşündüğüm bu sorunun çözümü,
Sokrates'in iki bin dört yüz yıl önce söylediği o basit gibi görünen ama derin
anlam taşıyan sözünde gizlidir: Kendini bil. Toplumun sana giydirdiği
kostümleri bir kenara bırak ve gerçek karakterini, özünü tanı. İşte o zaman, etik
bilginin ışığında, insan olmanın gerçek değerini ve sorumluluğunu
kavrayabilirsin.
Yorumlar
Yorum Gönder