POST-ENDÜSTRİYEL TOPLUMUN ÇELİŞKİLERİ TÜRKİYE'DE BİLGİ ÇAĞI VE YENİ HEDONİZM

 


POST-ENDÜSTRİYEL TOPLUMUN ÇELİŞKİLERİ
TÜRKİYE'DE BİLGİ ÇAĞI VE YENİ HEDONİZM

Toplumsal hedonizmin benliğimi esir aldığı hissine kapıldığım anlarda beni özüme tekrar döndüren dinamikler hep felsefi ve sosyolojik görüşler olmuştur. Her felsefi görüşte ve sosyolojik kuramda, o görüşü ortaya atan düşünürün perspektifinden ya da ait olduğu toplumu çözümlemeye çalışan bir sosyolog gibi düşünerek bayağı hazlarımdan sıyrıldığımı hissediyorum. Lakin bu düşünme ediminin kendisi de bir tür haz değil midir? Böylece düşündüğümde, kendime şu soruyu sormaktan alıkoyamıyorum: Bu şekilde davranarak yine de genel hazzımı tatmin etmiş olmuyor muyum?

Belki de evet. Ancak ereksel (teleolojik) olarak baktığımda, pragmatik birtakım nedenlerimin olduğu da aşikâr gibi durmaktadır. Frankfurt Okulu düşünürlerinin "araçsal akıl" olarak eleştirdiği modern rasyonalitenin ötesinde, düşünmenin kendisini amaç olarak gören bir epistemolojik tutumu benimsemek mümkün müdür? Hazzın kendisinden kaçarken başka bir hazzın kucağına düşme ironisi, Antik Yunan'dan beri filozofların dikkatini çeken bir paradoks değil midir?

Toplumsal çözümleme ve toplumsal ön kestirim (projeksiyon) konularında ait olduğum toplumu masaya yatırdığımda, ünlü Amerikan sosyoloğu Daniel Bell'e katılmamak elde değil. Bell'in "Post-Endüstriyel Toplumun Gelişi" (The Coming of Post-Industrial Society) adlı eserinde ortaya koyduğu tezler, Batı toplumlarının geçirdiği dönüşümü anlamak için önemli bir çerçeve sunmasının yanında, Türkiye gibi geç modernleşen toplumlar için de düşündürücü sorular ortaya koyar.

Bell, sanayi sonrası toplumun sanayi toplumuna göre oldukça farklı özelliklere sahip olduğunu dile getirmiştir. Genel hatları itibariyle sanayi sonrası (post-endüstriyel) toplumun toplumsal, ekonomik ve teknolojik yapısındaki değişimler hakkında öngörülerde bulunmuştur. Her ne kadar eleştiriye açık, adeta fütürolojik görüşler gibi görünse de bu analizlerin Türk toplumunu belli yönleriyle yansıttığı kanaatindeyim.

Ekonomik yapıdaki değişime baktığımızda, Bell'in öngördüğü gibi imalat sanayinden hizmet sektörüne geçişin arttığını istatistiksel verilerden anlayabiliyoruz. Teknolojik anlamda da bilimi merkeze alan ve AR-GE faaliyetlerine önem veren bir sanayi anlayışının yavaş da olsa geliştiğini görebiliyoruz. Ancak Bell'in iyi niyetli ve Türkiye gibi ülkeler için biraz ütopik kalan, "bilim ve teknoloji uzmanlarının elit tabaka oluşturarak toplumsal statüyü yepyeni bir boyuta taşıyacağı" öngörüsüne katılmak sorunlu görünmektedir.

Bell'in sanayi toplumu için "mavi yakalılar" ile sanayi sonrası toplumlar için kullandığı "beyaz yakalılar" arasında bahsettiği gibi net bir ayrım ve güç kayması da Türkiye gerçeğiyle tam olarak uyuşmamaktadır. Çünkü Türk toplumunda, üniversite mezunu beyaz yakalıların işsizliği giderek artmaktadır. Burada, Ortega y Gasset'in "Kitlelerin İsyanı" eserinde dikkat çektiği "eğitimli proleterya" kavramının bir tezahürünü görmek mümkündür – eğitimli olmasına rağmen sistemin dışına itilen, beklentileri karşılanmayan bir kitlenin oluşumu.

Bu toplumsal değişimden sadece "boşuna mı okumuşum?" diyenler olumsuz etkilenmemiştir. Bütünsel olarak kültür öğesi de bireyci, irrasyonel ve hedonist düşüncelerle dejenere olma yoluna girmiştir. Bu da Türk toplumu için bir o kadar açık, bir o kadar da kapalı ve çetrefilli bir tehdidin oluşmaya başladığını gözler önüne sermektedir. Jean Baudrillard'ın "simülasyon toplumu" analizini hatırlatan bir şekilde, gerçekliğin yerini görüntülerin, anlamın yerini göstergelerin aldığı bir kültürel yapı belirmektedir. Post-endüstriyel dönemde kültürün metalaşması, Frankfurt Okulu düşünürlerinin öngördüğü gibi, modern toplumda "kültür endüstrisi"nin yükselişine neden olmuştur. Theodor Adorno ve Max Horkheimer'ın vurguladığı gibi, kültür artık eleştirel düşünceyi teşvik eden bir alan olmaktan çıkıp, tüketilmesi gereken bir meta haline gelmiştir. Bu durum, geleneksel değerleri görece güçlü olan Türk toplumunda daha karmaşık gerilimler yaratmaktadır.

Bilgi toplumu, post-endüstriyel toplum, sanayi sonrası toplum, network (ağ) toplumu gibi isimlerle adlandırılsa da, bilim ve teknolojinin bu hızlı ilerleyişi, Türk toplumunu üretimden çok tüketici bir konuma iterek ötekileştirmekte, kolektif düşünme pratiğini zayıflatmakta ve ulus-millet bilincinin de zayıflamasına neden olmaktadır. Türk toplumunun tarihsel eğilimlerine bakarak bu dönüşümü analiz etmek mümkündür. Özellikle Manuel Castells'in "Ağ Toplumu" (Network Society) kavramı çerçevesinde düşündüğümüzde, küresel enformasyon akışlarının yerel kültürleri nasıl dönüştürdüğünü görebiliriz. Castells'e göre, ağ toplumunda güç, bilgiyi üretenler ve kontrol edenler tarafından ele geçirilmektedir. Türkiye gibi bilgi üretiminden çok bilgi tüketiminde yer alan toplumlar için bu durum, yeni bir bağımlılık ilişkisini işaret eder.

Yapay, sanal bilinçlerle Türk toplumu, farkında olmadan bir tür "bilgi despotizmi"nin makyajlı aynasında her söyleneni ve yapılanı tekrar eden bir hale bürünmekte, sözde entelektüellik kırbacıyla köleleştirilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Zygmunt Bauman'ın "akışkan modern" toplum analizinde vurguladığı gibi, modern-sonrası toplumda kimlikler ve değerler sürekli değişim halindedir, hiçbir şey kalıcı değildir ve bu durum derin bir varoluşsal güvensizlik yaratır.

Peki çözüm nedir? Her şeyden önce, Michel Foucault'nun "bilgi-iktidar" analizini hatırlayarak, bilginin ve teknolojinin iktidar ilişkilerinden bağımsız olmadığını kavramalıyız. Post-endüstriyel toplumun vadettikleri kadar tehditlerini de görerek, eleştirel bir perspektifle modernleşme sürecimizi yeniden değerlendirmeliyiz. Teknolojik gelişmeleri reddetmek yerine, onları yerel kültürel değerlerle harmanlayabilen, "glokal" (küresel+yerel) bir yaklaşım benimseyebiliriz.

Jürgen Habermas'ın "iletişimsel eylem" teorisinde önerdiği gibi, teknolojik gelişmelerin salt araçsal rasyonaliteye hizmet etmesi yerine, toplumsal iletişimi ve demokratik katılımı güçlendirici şekilde kullanılması mümkündür. Post-endüstriyel toplumun sunduğu yeni iletişim teknolojileri, doğru kullanıldığında kolektif bilincin ve sivil toplumun güçlenmesine de hizmet edebilir.

Sonuç olarak, Bell'in post-endüstriyel toplum analizinin Türkiye gibi ülkeler için tamamen geçerli olduğunu söylemek zor olsa da bu analiz, içinde bulunduğumuz toplumsal dönüşümü anlamak için önemli ipuçları sunmaktadır. Bu dönüşümün olumlu yönlerini korurken, olumsuz yanlarını eleştirel bir bakışla değerlendirmek, geleceğimizi şekillendirmede daha bilinçli tercihler yapmamızı sağlayacaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Düşünen Makineler, Sorgulayan İnsanlar: Yapay Zekâ Felsefesine Derin Bir Bakış

MAKİNE ANLAMAYA ÇALIŞIYOR: NLP’NİN SIRLARI

Dijital Evrimin Yeni Eşiği: Yapay Zekâlar Kendi Kültürünü Yaratmaya başlıyor.

Yapay Zekâ Yolculuğunda Sokratik Farkındalık: Kodlar Arasında Kendini Bilmek

Verinin Fısıltısı: Sayılardan Anlama Giden Yol

Yapay Zekâ Etiği: Teknolojiyi Sorgulamak, İnsanlığı Korumaktır.

Kapatılmaya Direnen Makineler: Yapay Zekâ Gerçekten Kontrolden mi Çıkıyor?

Yapay Zekâ Çağında Matematiksel Düşünmenin Gücü: Analitik Akıldan Algoritmik Devrime

Yapay Zekâ Okuryazarlığı: Geleceği Okuyabilmek

Kodun Kalbinden Düşen Cümle: Üretken Yapay Zekânın (Generative AI) Fısıltısı