TÖZ OLARAK SORUMLULUK İNSANLIK ÖZÜNÜN GERİ ÇAĞRISI

 

 Sorumluluk nedir? Bireyin kendi davranışlarını veya kendi yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenebilme durumudur, sorumluluk. Bu tanım, sorumluluğun gündelik anlamını karşılasa da, felsefi derinliğini tam olarak yakalayamaz. Aristoteles'in "Nikomakhos'a Etik" eserinde belirttiği gibi, sorumluluk özgürlükle ilişkilidir; eylemlerimizin faili olarak onların sonuçlarını kabul etmek, özgür bir varlık olmanın gereğidir. Günümüzde sorumluluk çeşidi bir hayli fazladır; aileyle ilgili sorumluluk, işle ilgili sorumluluk... Dediğim gibi birçok sorumluluk vardır insanoğlunun hayatında. Bu çeşitlilik, modern toplumun karmaşıklığının bir yansımasıdır.

 Max Weber'in "değer alanlarının farklılaşması" olarak adlandırdığı süreçte, yaşamın farklı alanları (ekonomik, politik, estetik, dini) birbirinden ayrılmış ve her biri kendi sorumluluk biçimini doğurmuştur. Bir de bunların temelini oluşturan fakat insanoğlunun hırs ve güç kölesi olduğu için unutulmaya yüz tutmuş sorumluluğu vardır ki, bu da insan olabilme sorumluluğudur. Heidegger'in "Dasein" (varoluş) kavramı çerçevesinde düşündüğümüzde, insan olmak, belirli bir varoluş tarzına sahip olmak demektir. Bu varoluş, Heidegger'in "otantiklik" kavramıyla işaret ettiği gibi, kendi varlığımızın sorumluluğunu üstlenmemizi gerektirir.

 İnsan olmak, Sartre'ın deyimiyle, "özgürlüğe mahkûm olmak"tır; yani eylemlerimizle kendimizi inşa etme ve bu inşanın sorumluluğunu taşıma zorunluluğudur. İlineksel (öz olmayan) sorumluluklar sebebi ile insanoğlunun unuttuğu veya unutturulduğu tözsel nitelikteki bu sorumluluğudur. Spinoza'nın "Etika" eserinde geliştirdiği töz (substance) kavramı, kendi başına var olan, kendini kendisiyle açıklayan ve kendinden başka hiçbir şeye bağımlı olmayan varlık olarak tanımlanır. İnsan özü de bu anlamda, bireysel ve toplumsal koşulların ötesinde, insanı insan yapan temel niteliktir.

 Levinas'ın "öteki"ne karşı sorumluluk olarak tanımladığı etik tutum da tam bu tözsel sorumluluğa işaret eder. İnsanoğlu daha toplumsallaşma aşamasında iken bile bu adi, geçici, eklentik sorumluluklar, insanoğlunu kendi hırsı ve gücüne göre düşünen hayvana çevirmiştir. Nietzsche'nin "güç istenci" (will to power) kavramı, insanın bu eğilimini açıklar. İnsan, doğası gereği güç elde etmeye, kontrolü ele geçirmeye yönelir. Ancak Nietzsche için asıl erdem, bu güç istencini yaratıcı ve dönüştürücü bir güce yönlendirebilmektir. İnsanoğlunun cevherindeki sorumluluğu ise gitgide yok olmaya yüz tutmuştur. Bu durum, Heidegger'in "unutuluş" (Vergessenheit) kavramıyla ilişkilendirilebilir. 

Modern çağın en büyük sorunlarından biri, varlığın anlamının unutulması, teknoloji ve hesaplanabilirlik çağında insanın kendi özüne yabancılaşmasıdır. Hannah Arendt'in "eylem" kavramıyla işaret ettiği gibi, insan, mekanik davranışların ve ekonomik gerekliliklerin ötesinde, özgür ve yaratıcı eylemleriyle kendini gerçekleştirebilir. Yalnız faydasına uygun davranışla karşılaştığında bu tözün kuyruğunu ancak gösterebilmiştir. Bu düşünce, faydacılığın (utilitarianism) eleştirisidir. Bentham ve Mill'in geliştirdiği faydacı etik anlayışına göre, eylemin doğruluğu, yaratacağı fayda ile ölçülür. Ancak Kant'ın ödev etiğine göre, bir eylemin ahlaki değeri, sonuçlarından değil, niyetinden ve evrenselleştirilebilir bir ilkeye dayanmasından kaynaklanır. 

Emmanuel Levinas'ın etik anlayışında ise, sorumluluk hesaplanamaz ve ölçülemez bir şeydir; ötekinin yüzündeki sonsuzluk, bizi sınırsız bir sorumluluğa çağırır. Bilim ve teknoloji bile bu bencil hedonist anlayışın fenerindeki ampulün görevini görür olmuştur. Frankfurt Okulu düşünürlerinden Marcuse'nin "Tek Boyutlu İnsan" eserinde eleştirdiği gibi, teknoloji ve bilim, insanı özgürleştirmekten çok, mevcut sisteme entegre eden ve onu tek boyutlu bir varlığa indirgeyen araçlara dönüşmüştür. Bilimsel-teknolojik aklın egemenliği, Weber'in "dünyanın büyüsünün bozulması" olarak adlandırdığı süreçte, dünyayı ve insanı hesaplanabilir, ölçülebilir ve kontrol edilebilir nesnelere indirgemiştir. 

 İnsanoğlu kendinde var olan ama bilinçaltında haykıran, çığlıklar atan bu tözünü ortaya çıkarmak için her zamanki gibi aynadaki yanılmasına değil, bilakis kendi derinliklerine bakmalıdır. Lacan'ın "ayna evresi" kavramı, insanın kendi imgesinde yanılgıya düştüğünü ifade eder. İnsan, aynada gördüğü bütünlüklü ve tutarlı imgeyi kendisi zanneder, oysa gerçek benlik bu imgenin arkasında gizlidir. Jung'un "gölge" ve "derinlik psikolojisi" kavramları da insanın bilinçaltındaki bastırılmış yönlerini keşfetmesinin önemine işaret eder. O zaman toplumu da doğayı da, hatta ve hatta kendi tanrısını bile tanıma, görme fırsatı bulacaktır. Bu düşünce, Plotinus'un "içe dönüş" (epistrophe) kavramını hatırlatır. Plotinus'a göre, hakikate ulaşmanın yolu içe dönmekten geçer; kendini tanıyan kişi, Bir'i (to hen) de tanıyabilir. Benzer şekilde, Augustinus'un "İtiraflar" eserinde belirttiği gibi, "İçimde içimden daha içeri olan" (interior intimo meo) olarak Tanrı, ancak içsel bir yolculukla keşfedilebilir.

 Günümüz dünyasında tözsel sorumluluğun geri kazanılması, belki de en acil felsefi ve etik görevlerden biridir. Zygmunt Bauman'ın "akışkan modernite" olarak tanımladığı çağımızda, her şey geçici, değişken ve belirsizdir. Böyle bir dünyada sabit değerler ve sorumluluklar buharlaşır. Ancak tam da bu akışkanlık içinde, insanlığımızın özünü oluşturan sorumluluğu hatırlamak ve yeniden sahiplenmek gerekir. Bu sorumluluk, yalnızca bireye değil, ötekine, topluma, doğaya ve gelecek nesillere karşı bir sorumluluktur. Hans Jonas'ın "sorumluluk ilkesi"nde vurguladığı gibi, modern teknolojinin gücü karşısında, eylemlerimizin uzun vadeli sonuçlarını düşünmek ve gelecek nesillerin yaşamını tehlikeye atmamak, etik bir zorunluluktur.

 Tözsel sorumluluk, bu anlamda, insanlığın ve gezegenin sürdürülebilir geleceğinin garantisidir. Sonuç olarak, insan olmanın tözsel sorumluluğunu hatırlamak ve yaşamak, günümüz dünyasının çok boyutlu krizlerine karşı en temel direnç noktasıdır. Bu sorumluluk, Camus'un "absürd" karşısındaki "başkaldırı"sında olduğu gibi, anlamsızlık tehlikesine karşı bir anlam yaratma çabasıdır. İnsan, kendi derinliklerindeki bu sorumluluğu keşfettiğinde, Marx'ın "yabancılaşma"dan, Heidegger'in "unutuluş"tan, Sartre'ın "kötü niyet"ten kurtuluşun yolunu da bulmuş olacaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Düşünen Makineler, Sorgulayan İnsanlar: Yapay Zekâ Felsefesine Derin Bir Bakış

MAKİNE ANLAMAYA ÇALIŞIYOR: NLP’NİN SIRLARI

Dijital Evrimin Yeni Eşiği: Yapay Zekâlar Kendi Kültürünü Yaratmaya başlıyor.

Yapay Zekâ Yolculuğunda Sokratik Farkındalık: Kodlar Arasında Kendini Bilmek

Verinin Fısıltısı: Sayılardan Anlama Giden Yol

Yapay Zekâ Etiği: Teknolojiyi Sorgulamak, İnsanlığı Korumaktır.

Kapatılmaya Direnen Makineler: Yapay Zekâ Gerçekten Kontrolden mi Çıkıyor?

Yapay Zekâ Çağında Matematiksel Düşünmenin Gücü: Analitik Akıldan Algoritmik Devrime

Yapay Zekâ Okuryazarlığı: Geleceği Okuyabilmek

Kodun Kalbinden Düşen Cümle: Üretken Yapay Zekânın (Generative AI) Fısıltısı